Yaz sonu memleketten Moskova’ya geri dönerken yanımda getirdiğim kitaplardan biri de Vladimir Nabokov’un Rus Edebiyatı Dersleri idi. 2013’te İletişim’den çıkan kitap Yiğit Yavuz, Fatih Özgüven ve Ayşe Nihal Akbulut tarafından Türkçeleştirilmiş, çeşitli tarihlere ait ders notlarını içeriyor. Ancak kitapta emeği geçen çevirmenler bu üç isimle sınırlı değil. Nabokov’un dersler sırasında Rus yazarların yapıtlarından yaptığı alıntılar çoğu yerde bu yapıtların mevcut Türkçe çevirilerinden yararlanılarak yeniden kurulmuş. Bu bakımdan aslında kitabın Hasan Ali Ediz, Nihal Yalaza Taluy, Ergin Altay, Mehmet Özgül ve Günay Çetao’yu da içine alan oldukça geniş ve görkemli bir çevirmen kadrosu var.

Nabokov Bolşeviklerin iktidara gelmesiyle birlikte Rusya’yı terk eden sanatçılardan. Kitabın açılışını yapan Rus Yazarları, Sansürcüler ve Okurlar yazısından kolaylıkla anlaşılıyor ki, Sovyet iklimine karşı tavrı son derece net. Detaya girmeye gerek görmüyorum, yazının başlığı yeterli ipucunu veriyor olsa gerek. Biyografisine hakim değilim ama şu gözlemimi paylaşmadan edemeyeceğim: Rus aydınlarını dünyanın dört bir tarafına inci boncuk misali dağıtan üç iltica dalgasına mensup yazarların çoğundan farklı olarak Nabokov, yaşanan travmanın kendisini belirlemesine izin vermemiş gibi görünüyor. Oldukça donanımlı ve -ikinci bir kültüre- hazırlıklı olmasının bunda payı büyük sanırım.

Nabokov’un derslerine konu olan yazarlar esasen Gogol, Turgenyev, Dostoyevski, Tolstoy, Çehov ve Gorki olarak sıralanıyor. Yanı sıra Şekspir, Puşkin, Lermontov, Dickens, Flaubert, Melville, Joyce, Maposan, Mayakovski, Pasternak ve -indekste atlanmış olsa da- Zoşçenko hakkında çeşitli ölçeklerde değerlendirmeler mevcut.

Nabokov’un edebi metne yaklaşımının insanda uyandırdığı en belirgin duygu “Acaba yeterince dikkatli bir okur muyum?” tedirginliği. Özellikle Tolstoy ve Anna Karenina ile ilgili kısımlarda bu duygu insanın yakasını bırakmıyor. Restoratör titizliğinde çalışan Nabokov’un oldukça yetkin bir semiyotikçi olduğunu söylemek ve hakkını vermek lazım.

Nabokov’un kişisel beğenilerine tanık olmak kitabı keyifli kılan bir unsur. (Benzer bir hissiyatın Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 19. Asır Türk Edebiyatı Tarihi kitabına da eşlik ettiğini geçerken araya sıkıştırayım. Edebiyat tarihini veya eleştirisini edebiyatçı kaleminden okumak ayrı bir zevk.) Nabokov’un Suç ve Ceza‘yı ele alırken Dostoyevski’yi adamakıllı hırpalayışı, pazarladığı ürünün alıcısı olmadığını anlatış biçimi okunaklı bölümlerden.

Nabokov’un derslerinin daha önce blogda çevirisini paylaştığım Dovlatov’un Rus Edebiyatının İhtişam ve Sefaleti başlıklı dersiyle büyük oranda örtüştüğünü görmek sürpriz oldu. Dovlatov, Çehov ve Brodski’yi bir kenara ayırarak Gogol, Tolstoy, Dostoyevski, Turgenyev ve Soljenitsın’ı “sanat dışı” işlerle gereğinden fazla alakadar olmakla eleştiriyor, Hamlet’e atıfla, sanatçının davasının sadece söz olduğunu hatırlatıyordu. Benzer bir yaklaşım -ve Hamlet’e atıf- Nabokov’da da var.

Kitabı ilginç kılan bir diğer husus da Nabokov’un Rusça çevirmenleriyle yarı örtük diyaloğu. Bu diyalog derslerin tamamına yayılmış olsa da en yoğun haliyle kitabı kapatan Çeviri Sanatı yazısında karşımıza çıkıyor. Rusça ve İngilizce’ye ana dil düzeyindeki hakimiyeti Nabokov’u çevirmenler açısından son derece zorlu bir hakem haline getiriyor. Bununla birlikte, metinde Nabokov’un kırbacının tadına bakanlar kadar, övgüsüne mazhar olan çevirmenler de var. Rus Edebiyatı Dersleri‘nin bir bütün olarak çevirmenleri çok daha dikkatli olmaya ittiğini söylemek gerek.

Çeviriden söz açmışken, kitabın sondan bir önceki yazısı Philistine’ler ve Philistinism‘e de değinelim. Bunlar, Nabokov’un Amerika’ya Rusya’dan getirdiği kavramlar. Rusça’da meşanin ve meşanstvo olarak anılan bu kavramları tercümeye tabi tutmak gerçekten zor. Ne oldukları yazıda detaylıca ele alınmış olduğu için burada tekrar etmeye gerek görmüyorum. Kökleri devrim öncesine dayanmakla birlikte, 1917 sonrasının etiketleme sevdalısı diskurunda sıklıkla “küçük burjuva” anlamında kullanıldığı notunu düşeyim. 1920’lerin sonunda Rusya’da -Nabokov’un deyimiyle- “köle tacirlerinin” edebiyattan temel beklentilerinden biri “meşanstvo” ile mücadeleydi. Rusça bilseydi eğer, Peyami Safa da Harbiye’yi bırakıp Fatih’i seçene kadar Neriman’ı “meşanin” olmakla suçlardı muhtemelen.

Burada asıl ilginç olan şu: On dokuzuncu yüzyılın sonundan itibaren Rusça’dan Türkçe’ye edebi çeviri yapan hemen herkes en azından bir kere “meşanin” veya “meşanstvo” kavramlarıyla karşılaşmıştır ve en usta olanların dahi bu kavramların çevirisini yüzüne gözüne bulaştırdığı olmuştur. Andreyev çevirmeni Gaffar Güney’in 1940’ların argosundan yola çıkarak “çorbacı” diye garabet bir kelime kullanması ilk aklıma gelen örnek. Öte yandan, Sovyet gazeteleri için yazılar yazan Nâzım Hikmet’in Türkçe taslaklarda kelimeyi olduğu gibi kullandığını belirtmekte fayda var: “Meşanlığın özü şudur…” gibi. Anlaşılan yazının çevirmeni Yiğit Yavuz da Hikmet’in yolundan giderek İngilizce ifadeleri olduğu gibi bırakmayı tercih etmiş. Bu tavrı kendinden emin bir şekilde eleştirmek güç, son derece kendine özgü ve bu bakımdan zorlu bir kavram sahası söz konusu. Bir gün çevrilmesi imkansız Rusça kelimeler sözlüğü basılırsa “meşanin” ve “meşanstvo” bu sözlükte kendine muhakkak yer bulacaktır.

Yiğit Yavuz demişken son bir parantez açalım. Son dönemde Nabokov’un Solgun Ateş, Konuş, Hafıza gibi kitaplarını Yavuz’un Türkçesiyle okuyoruz. Şimdi bunlara Andrea Pitzer’in yazdığı bir Nabokov biyografisi de eklendi. Çevirmenin Nabokov üzerine yazılarını ve notlarını topladığı bir de blogu var. Böylesi bir mihmandarlık Nabokov okuru için gerçekten büyük şans. Benzer örneklerin çoğalmasını umalım.

Blog: nabokovblog.blogspot.com – Twitter: @NabokovBlog